Japonya’da ilk durağım Osaka’ydı. Kore’den geçmek gayet ekonomikti. Japonya planım güneybatı kısmını gezmek üzereydi. Daha fazlasına zaman ve paramı yetiremezdim. İnince şehirlerarası trenle hareket edebileceğim 5 günlük “JR-WEST RAIL PASS” biletimi aldım. Bu bilet 14500 JPY yani yaklaşık olarak 775 TL yapıyordu. Hostele yerleştikten sonra bisiklet alıp sokaklara karıştım. Osaka Japonya’nın en kalabalık üçüncü şehriymiş. Şehrin içinden geçen bir nehir vardı. Dotonbori denen caddeye gittim. Kanal çevresine kurulmuş caddeler çok hareketliydi. Çevreleyen binalarda büyük billboardlar vardı. Marketlerin birinde Takoyaki diye bir şey satılıyordu ve önünde sıra vardı. Merak edip aldım. İçinde ahtapot eti olan soslu hamur topçuklarıydı. Tadını gayet beğendim, ilginç bir atıştırmalık. Birçok yerde satılıyor gibiydi.
Kalabalık sokaklarda gezip yiyecek tattıktan sonra hostele döndüm. Sonraki sabah Osaka Kalesi’ne gittim. Kale su ile çevrili yüksek taş duvarlar üzerinde yükselmiş 16.yy’dan ahşap bir yapıydı. Tabiki de savaşlardan dolayı yanan yıkılan kale restore edilip günümüze getirilmiş. Tarihindeki klanlar arası savaşlar sebebiyle olsa gerek, Japonya kalelerle dolu bir yer. Osaka’da daha uzun kalınabilirdi ama görecek çok fazla şey ve az zaman vardı, o sebepten Nara’ya hareket ettim. Nara, 8.yy’da Kyoto’dan önceki başkentmiş. Oradaki anıt ve tapınaklar toplu olarak UNESCO Kültür Mirası Listesi’ndeydi. Osaka’ya da çok yakın ve Kyoto’ya geçerken yol üstünde denebilir. Tapınaklar Nara Parkı’nın çevresine dağılmış şekildeydi. Bu parkı özel yapan diğer bir şey ise geyikleriydi. Hem insanlara alışmışlar hem doğal alanlarında korunarak yaşıyorlar. Resmen yan yana parkı geziyorsun. Parka ulaşınca ilk “Todai-ji” isimli tapınağa ilerledim. Otobüslerce ortaokul öğrencisi vardı. Turistlerden daha fazlalardı. Bu Budist tapınağında Japonya’daki en büyük bronz buda heykeli bulunmaktaymış. Kapının ve tapınağın içerisindeki büyük savaşçı heykelleri benim için daha etkileyiciydi.
Oradan parkın çevresini dolaşarak ilerleyince “Nigatsudo” denen binaya geldim. Burası da aynı tapınağa bağlı biraz yüksekte bir binaydı. Parkı yukardan gözleme şansın oluyordu. Geyiklerle devam edip “Hachimangu Shrine” diye bir yere geldim. Buradan sonra benzer diyebileceğim “Kasuga-taisha” tapınağına doğru ilerledim. Söylediğim son iki yer ve bunların arasında karşılaştığım yerler “Shrine” diye geçiyor. Bunlara Şintoizm ibadethaneleri diyebiliriz. Şintoizm, Japonya’nın geleneksel ve eski resmi inanç sistemi diyebiliriz. Şintoizm esasında doğaüstü ruhlara ve bunların doğada temsil edildiğine inanılan anlayışmış. Çeşitli şaman öğeler ve ritüeller içeriyormuş. Ayrıca temizlik de çok önemliymiş.
Örneğin “Temizu” dedikleri ritüelde elleri ve ağzı suyla temizleme, bayramlarında başın üzerinden duman geçirme, evlerin önüne su serpme, evin girişine ya da bir köşesine tuz koyma gibi şaman temelli pratikleri varmış. Bunlar okudukça ilgi çekici gelmeye başladı. Uzatmadan başlangıç için iki link bırakıp devam edeyim. Gördüğüm bu tapınaklar daha mütevaziydi diyebilirim. Parkı turladıktan sonra çıkıştaki “Kofuku-ji” isimli büyük Budist tapınağına uğradım. Aynı zamanda burada ulusal hazine müzesi de varmış. Nara turumu böyle tamamlayıp akşam Kyoto’ya geçtim.
Kyoto çok uzun olmayan bir zamana kadar krallığın da başkenti olduğundan tapınaktan geçilmiyordu. Dünya Mirası Listesi’nden birçok yer vardı. İşaretlediğim yerleri gezmek için yola çıktım. İlk gittiğim “Kinkakuji” Tapınağı’ydı. Buranın özelliği üst iki katının altın varaklı olmasıydı. Sonraki Budist tapınağı “Ryoan-ji” içindeki taş bahçesi sebebiyle çok ilgi çekiciydi. Bu taş bahçe kayalar ve onları çevreleyen özenle düzenlenmiş çakıllardan oluşuyor. Aynı zamanda burada bir de çevresi çeşitli ağaç ve çiçeklerle dolu olan bir gölet de vardı. Boğaziçi’nde fırtına sonrası devrilen ağaçların Japon bahçelerindeki teknikle sabitlenerek korunduğu söylenmişti. Cidden de devrilen ağaçlar desteklerle sarkıtıp sabitlenmişti. Göletin üstüne eğilen bu ağaçlar manzarayı daha da güzelleştiriyordu. Japonlar bahçe düzenlemesi olayını epey ciddiye alıyorlar. Bu çakıl düzenlemeleri başka bahçelerde de vardı. İnsan basmaya kıyamaz, nitekim kimsenin de bastığını görmedim.
Sonraki gittiğim tapınak da “Ninna-ji” Tapınağı’ydı. Daha sonra şehrin öbür tarafındaki “Fushimi İnari” isimli Şinto mabedine gittim. İnari, tarım ve pirinçle bağlı olduğuna inanılan, tilkiyle temsil edilen Kami’ymiş (ruh). Burası, İnari dağının eteğinde 2km’lik patikayı izleyen bir tapınma yeriydi. Burayı özel yapan binlerce kapı şekline benzeyen “Torii” denen yapıların yol boyunca arka arkaya sıralanmış olmasıydı. Buradaki tur bittiğinde akşam olmuştu. Hostelden aldığım öneriyle bir yere suşi yemeye gittim.
Kapı da sıra da vardı. Mekânın ortasındaki ustalar suşiyi hazırlayıp çevrelerini saran hareketli platforma koyuyorlar. Platformun diğer tarafında da masalar var. İstediğin suşiyi seçip alıyorsun. Üç çeşit tabak var, bunların fiyatları farklı. Yedikten sonra tabaklarını sayıyorlar, hesabı ona göre ödüyorsun. Nerdeyse hepsi çok lezzetliydi. Yanımda oturan bir kadın benle konuşmaya çalıştı. Ben sosu küçük kaplara koyup suşiyi ona banıyordum. Bana müdahale etti. Sosu üstüne döktürttü. Sanırım uygun yeme şeklinin bu olduğunu anlatmaya çalıştı. Sonra konuştuk biraz. Türk olduğumu öğrenince şarkı söylemeye başladı: “Elbet bir gün buluşacağız…” Ağzım açık kaldı. Türkiye’ye dört kez gelmiş. Geldiğinde plaklar da almış. “Ada sahillerinde bekliyorum…” de dedi. Sonra çantasından bir broşür çıkarttı. Topkapı’dan bazı eserler sergi için Kyoto’daymış. Kadın da oraya gidecekmiş. Bana orada bazı hançer, kılıç ve kıyafetleri sordu. Kanuni ve Hürrem’i sordu. Epey şaşırtıcıydı. Sonra kaldığım yere gittim .
Sonraki gün ilk “Nijo” Kalesine gittim. Kale sert kayalar üstünde yine su ile çevriliydi ve iki katmandı. Bahçesinde garip bir seremoni ile karşılaştım. Tam olarak ne olduğunu anlamadım. Uçuna zil takılmış bir direği beline dikip ses çıkartarak ilerliyorlardı. Takımlar halinde birden fazla kişi geçti. Bunların özel kıyafetleri vardı. Bazıları arkadan direği ittirip öndekinin işini de zorlaştırıyordu. Bir tür kabul seremonisi olduğunu düşündüm ama ne olduğunu hala bilmiyorum. Buradan Kyoto Kraliyet Sarayı’na geçtim. Saray İkinci Dünya Savaşı’na kadar kullanılıyormuş. Sonrasında zaten Japonya’da yönetimsel yapı değişmek zorunda kaldı. Buradan çıkınca “Ginkaku-ji” Tapınağı’na ilerledim.
Buraya gelmeden hemen önce yol ayrımında çayı takip edince çok güzel bir atmosfere giriyorsunuz. Ağaçlar çayın kenarında çok güzel bir manzara oluşturuyor. “Sakura” döneminde orda olmak muhteşem olurdu. Tapınak görkemli değil, sadeydi. Bahçesi ise muntazamdı. Burdan dönünce hostele yakın bir restoranda “Udon” dedikleri lezzetli eriştelerinden yedim.
Sonraki sabah erkenden yola çıktım. Eğer hostelde kahvaltı yoksa “7-Eleven” marketlerinden atıştırmalıklarla genelde kahvaltımı yapıyordum. Ucuza hızlıca tüketilebilecek sıcak yiyecekler satıyorlardı. Kyoto’dan sonra Himeji’de durup methedilen kalesini görecek, sonra Kobe’de akşam yemeği yiyip gece Hiroşima’da olacaktım.
Yolculuk için hızlı trene bindim. Tren perona yaklaşırken görevli treni eğilerek selamladı ve bizi içeri aldı. Başta üst sınıf vagona oturmuşum yanlışlıkla. Fark edene kadar hayranlıkla vagonu inceledim. Çok rahat ve genişti. Sonra gerçek vagona geçtim orası da aşağıda kalmıyordu. Trense resmen yerden giden bir uçaktı.
Himeji kalesi büyük sarp taşlar üzerine kondurulmuş bembeyaz bir kaleydi. Saatten dolayı rehberli turu kaçırmıştım ki bir Japon bana seslendi. Rehberim olabileceğini söyledi. Birkaç kişi daha katıldıktan sonra bizi içeri aldılar. Bu adam normalde mühendismiş. Hem tarih ilgisi hem de yabancı dilini diri tutmak istemesi sebebiyle burada boş zamanlarında rehberlik yapıyormuş. Kale kapı ve pencerelerine kadar her ayrıntısıyla başarılı bir savunma için tasarlanmış. İronik bir şekilde kale hiç saldırıya uğramamış. Belki de çok iyi olduğu bilindiğinden hiç yaklaşılmadı, bilemiyoruz. Kalenin Hinoki ağacından çok geniş ahşap kolonları var. Önceden bu ağaçlardan bu kadar büyüme fırsatı buluyormuş. Şimdi ise minyatür ağaçlara daha bir ilgi var gibi.
Buradan Kobe’ye meşhur Kobe bifteği yemeye gittim. Bu biftekler, özenle yetiştirilmiş, arpa suyuyla beslenip masaj yapılan hayvanlardan kesiliyormuş. İyi pişmiş yesem tadını daha iyi alırdım belki bilemiyorum ama Türkiye’de (Eskişehir) daha iyisini yediğimi iddia ediyorum. Yine de güzeldi tabi ki.
Hiroşima, kendini yenilemesiyle beni hayran bırakan bir şehir oldu. İnsanlık tarihinin kara lekesi atom bombasının şehri yerle bir etmesine rağmen yaşam burada kendini yenilemişti. Anıtlar ve sergiler boyunca gezerken, bombanın etkilerine hala şahit oluyorsunuz. Özellikle radyasyonun kişilerde sonradan ortaya çıkardığı hastalık ve bozukluklar da kaydedilmiş, bazıları sergileniyordu. Müzeler ve sergiler hem barış temennisi ve vurgusu yapıyordu. Bu trajedi başka hiçbir yerde bir daha yaşanmasın diye. Atom bombası Hiroşima’nın yaklaşık 600m üstünde patlatılmış. Coğrafi olarak Hiroşima plato yerleşimi olduğu için hasar çapı dağlar arasına konumlanmış Nagazaki’ye göre çok daha fazla olmuş. Her iki şehir de yerle bir olmuş.
Bu bombanın iz düşüm noktası olan termal merkezde yüzey sıcaklığı yaklaşık 3000 ile 4000 ⁰C arasına çıkartmış. 3.5 kilometre çapındaki insanların derileri yanmış. 1.2 km çapında olan insanlarınsa tüm deri ve alt dokuları yanmış. Bu insanlar ya hemen ya da birkaç gün içerisinde ölmüşler. 2km çapındaki her şey tamamen yerle yeksan olmuş. Daha geniş çaptaki bir alan ise yarı yarıya çökmüş. 200000’in üzerinde insan tek bir bombayla hayatını kaybetmiş. Öncesi ve sonrası fotoğraflarıyla görmek, bu durumun ne kadar korkunç olduğunu gözler önüne seriyor. Nehrin kenarında bazı beton kısımları ayakta kalabilen kubbeli bir bina bomba sonrasındaki gibi yaşananların tanığı olarak bırakılmış.
Hiroşima’da anıtlar gezi rotasını oluşturdu. Bunun dışında oradaki kaleyi de içine girmeden ziyaret ettim. Gezinin son gününde Japon hamamına gitmeyi de düşünmüştüm ama gidemedim. Ayrılmadan başka bir Japon yemeği ve hamur kızartması olan “Okonomiyaki” yedim. Başka Japon yemekleri, Japon hamamı, masaj, bahar mevsimi ziyareti, kuzey bölgeleri… Japonya’da yapılacak, görülecek daha çok fazla şey vardı. Yine gitme şansım olur umarım.