Günübirlik Banu ve Receple gittiğimiz Macau, Hong Kong gibi bir özel yönetim alanı. Dünya’nın en uzun açık deniz sabit bağlantı hattı 55kmlik bir köprü ve yeraltı tüneliyle Hong Kong’dan ulaşılabiliyor. Macau eski bir Portekiz sömürgesi. Bazı mimari eserler bunu açıkça gösteriyor. Uzak doğuyla mimari olarak bağdaşmayan basilika kalıntısı ve kiliseyle karşılaştık.
Gezerken konservari bir toplanmayla karşılaştık. Burası okuldu. Kalabalık, geniş olmayan bir orta alanı basketbol sahası haline getirilmişti. Daha sonra gezerken Çin Kültür Evi diye bir kompleks ile karşılaştık. Daha önce orada yaşayan varlıklı bir aile oluşturmuş burayı.
Orada da iki ayrı konser vardı, çin müziği dinledik. Garip ve güzeldi. İlk konser batı ve doğu yaylı enstrümanlarını kullanırken, ikinci konser sadece uzak doğu enstrümanlarından oluşuyordu. Bazı enstrümanlar hayvan seslerini taklit eder gibiydi.
Tahtacı mağazaları aklımda kalmış. Antika ve tahta oyma yapıp satıyorlardı. Bir de kumarhaneleri. O kadar çok gazino vardı ki. Gazinolar, dev gibi hangarımsı binalardı. Lüks ve şatafat doluydu. Tavanı çok yüksek, alabildiğine geniş bir yerlerdi. Ayrıca binalar dışardan da çok büyüktü. Yanlış yerde otobüsten inip haritaya güvenip birinin etrafından dolaşmaya kalktık. Binanın çevresi dolaş dolaş bitmek bilmedi. Belli ki çok büyük bir kumar sermayesi var. O kadar büyük ve maliyetli bir köprüyle bu iki özerk bölgeyi bağlamak bir tesadüf de olmasa gerek.
Shenzhen’e de bir kere günü birlik gittim. İstanbul kadar kalabalık bir şehir ama Çin’in beşinci en kalabalık şehri. Çin’in özel ekonomik statü verdiği bölgelerden. Yüksek teknoloji üretiminde devasa paya sahip zaten Çin’in Silikon Vadisi olarak da lanse ediliyor. Üniversiteden arkadaşım Ceyda’yla Hong Kong’dan trenle Çin anakarasına bağlı Shenzhen’e geçtik.
Orda bir yanlış yaptık sabah ilk müzelere gittik. Müzeler çinçeydi ve biri kapalıydı. Hong Kong’ta o kadar alışmışız ki İngilizceyle anlaşmaya çince aklımıza bile gelmedi. İnternetimiz yoktu bir, bir de bağlansak bile Google haritaları kullanamıyorduk. Çok zorlandık o açıdan. Düzgün seviyede İngilizce bilen biriyle de karşılaşmamız kolay olmadı.
Öyle olunca biz de günün ortasına kadar biraz dolaştık. Sonra kendimizi anlatamadığımız bir yerde ne olduğunu bilemediğimiz bir yemek yedik. Menüde resim de yoktu sadece yazı vardı. Mekanın dışını birkaç fotoğrafla kaplamışlar. Dışarı çıktık gösterdik bunu istiyoruz diye. Öyle yedik.
Sonra büyük elektronik mağazasına gittik. Yan sanayi ürünü transistör mü olur demeyin. Her elektronik ürünü meyve sebze satar gibi satıyorlar. Elektronik mağazası dediğime de bakmayın bayağı Pazar. 30lu 40lı paketlerle USB, Bluetooth hoparlörler, Tetris daha neler neler. Orayı gezdik zaten orası çok vakit aldı.
Sonra bir yere gittik oranın kültürel köy gibi bir yerine ama hava kararmıştı kapatmışlar. Biz de geri döndük.