Tayland gezimizin ilk durağı Bangkok’tu. Kanada, Amerika, İrlanda ve Türkiye’den toplam 7 kişilik bir gruptuk. Bizim gittiğimiz tarihte şehir kralın Mayıs’ta olacak taç giyme törenine hazırlanıyordu. Gezdiğimiz yerlerde kralın portrelerini görebiliyorduk. Tayland kraliyet ailesinin sert kanunlarla korunduğu parlamenter monarşiyle yönetiliyor. Ayrıca dünyanın en zengin kraliyet ailesi olduğunu da belirteyim. Covid döneminde kralın, eşleri ve çocuklarıyla beraber Alp dağlarında bir oteli kiralayıp oradan ülkeyi yönetmesi de Tayland’ı karıştırmıştı. Merak edenler için ülkenin hararetli siyasal gündemi var. Kalacak yer rezervasyonunu önceden ‘hostelworld.com’ üzerinden yapmıştık. Bed Station isimli yerleştikten sonra Tuk-Tuk isimli yarı açık taksilerle tapınakları gezmek için ayrıldık. İndiğimiz yerde yerel şalvarlardan aldık. İlk, Wat Pho isimli tapınağa ve oradan da Grand Palace’a gittik.
45m uzunluğunda 15m yüksekliğinde uzanmış bir buda heykeli vardı. Ayaklarının altı da işlenmişti. Saray bahçesinde nöbet değişimine de denk geldik. Diğer bir tapınak da Wat Phra Kaew’di. Hayli büyük olan bu tapınağın bahçesinde güney asya mitolojisinden karakterlerin de heykelleri vardı. Bunlardan suların ve bulutların ruhu Apsarasi’nin tasvirin fotoğrafını buraya da koydum. %95 oranında Budizm’in hâkim olduğu ülkede gittiğimiz bu turistik tapınaklar çok görkemliydi.
Daha sonra sokaklarda yürüyerek Kraliyet Tiyatrosuna gittik. Yol boyu hoparlör, ses sistemi, mikser satıcıları vardı. Ayrıca tamir ve lehim işlerini sokağa uzatılmış tezgâhlarda yapıyorlardı. Sala Chalermkrung Kraliyet Tiyatrosunda ise ‘Khon-Thai’, Klasik Tay Maske Dansını izledik. Bu müzikal tiyatro Kumbhakarn ve maymun savaşçı Hanuman’ın savaşmasını anlatmaktaydı. Hikaye’ye çok hakim olmasam da sonradan şöyle bir kaynak buldum.
Sonraki gün Bangkok’tan ayrılmadan Damnoen Saduak yüzen marketine gittik. Aslında eskiden beri burası bir pazar olarak kullanılıyormuş. Kanalda ve tekneler üzerinde olmasının uyandırdığı ilgiyle şuan turistik bir ziyaret noktası haline gelmiş. Bunun sonrasında ‘Grab’ isimli uygulamadan taksi çağırıp Ayutthaya’ya geçtik.
Ayutthaya, Tayland’ın 14-18. yy arasındaki bir krallık şehri. Burası UNESCO Dünya Miras Listesi’nde olduğundan geçiş noktamız olarak planladık. Şehrin yakınlarından bir tapınakta indik. Orada kısa bir tur atıp yürümeye devam ettik. Hava gayet sıcaktı. Yerel tatlı çay yapan bir yerde biraz dinlendikten sonra bir Ayutthaya tarihi parkına ulaştık. Şehir nehirle çevrilmişti. Yeşillik ve göletlerin arasından yürürken Filleri taşıt olarak kullanan insanlara da rastladık. Burada en son Wat Phra Ram isimli bir tapınağa gittik. Tapınak 13.yy’dan kalmaydı. Devasa boyutlardaydı. Akşama doğru ise cadde üzerinde kurulan bir pazara denk geldik. İnsanların gündelik hayatını gözlemlemek için çok güzel bir noktaydı çünkü turistler için açılmış bir alandan ziyade orada yaşayan insanların alışveriş yaptığı bir yerdi. Akşam yataklı tren ile ülkenin kuzeyine, Chiang Mai’a yola koyulduk.
Chiang Mai’da hostele yerleştikten sonra Wat Phra That Doi Suthep isimli bir tapınağa gittik. Ülkenin bu tarafı daha dağlık. Gittiğimiz tapınak da bir dağ eteğinde gibiydi. Girişinde maymunlar arasından tırmandığımız uzunca bir merdiven vardı. Burası hala aktif bir manastır ve tapınakmış. İçerde rahipler de vardı. Yeni evli çiftler buraya gelip evliliklerini kutsattırıyorlarmış. Sonrasında biraz da dinlenip eğlenme maksatlı ‘Grand Canyon’ isimli bir su parkına gittik. Filipinlerden sonra burada yüksekten atlamak hiç zor olmadı. Akşamımız ise gece marketlerinde geçti. Çay, kahve, giyecek, yiyecek, tütsü, süs, ahşap eşya gibi birçok hediyelik ve turistik malzemenin satıldığı açık hava pazarı bizim içinde değişik yiyecekler tatma fırsatı oldu.
Sonraki gün daha gelmeden rezervasyon yaptırdığımız gün boyu fillerle beraber olacağımız bir etkinliğimiz vardı. Sabah erkenden bizi hostelimizden aldılar. Bu etkinlik ‘Sunshine for Elephants’ isimli bir fil doğa parkı projesinin bir parçası diyebiliriz. Burası gitgide yaşam alanı daralan filler için ev, kötü muameleye uğramış filler için rehabilite alanı ve ziyaretçiler için de eğitici bir gezi yeri. Bizim gittiğimiz alan sadece bir bölgesiydi.
Bize verilen şaşırtıcı derecede rahat kıyafetleri giydikten sonra filler için kahvaltı hazırlamaya başladık. Karpuz, ananası ve muzları hazırladıktan sonra filler rehberler eşliğinde geldi. İki genç biri daha yaşlı, üç fil usulca gelip onlar için koyulmuş tahta bariyerlerin arkasına dizildi. Biz de onları besledik. Muzları bize verilen bez torbalara doldurup fillerle yürüyüşe çıktık. Yürüyüş boyunca onları besleyerek ilerledik. Belli noktalarda filler de biz de dinlendik. Öğlene doğru geldiğimiz dinlenme noktada bizlere yemek yapıp yemek sundular sonra biz de fillere pirinç, muz ve ekstra vitaminlerden oluşan yulaf topları yapıp onları besledik. Sonra yola devam. Son noktamız da nehirdi. Fillere nehirde banyo yaptırdık. Hem bizim için hem de onlar için eğlenceli gözüküyordu. Etkinlik böyle son buldu.
Diğer bir etkinliğimiz ise yemek atölyesiydi. Sabah saatlerinde şefimizle buluşup yerel pazardan gerekli malzemeleri alıp mutfaklarına geçtik. Üç çeşit yemek yapımı planlanmıştı. Misket limonu, fıstık ve çeşitli sebzelerden oluşan salatası, tavuk eti için kullanılan sos, kendi erişteleri aklımda yer etti. Medyada popüler olan böcek ve eklembacaklılara karşı zengin ve baharatlı bir mutfakları olduğunu söyleyebilirim. Şefe böcek konusunu da sorduk. Onlar için atıştırmalıkmış.
Daha sonra gün içinde ekip olarak Tai masajı yaptırmaya gittik. İlk gittiğimiz yerde yaşlı bir amca bana masaj yaptı. Aslında Tai masajı daha çok esnetmeye, gerdirmeye ve baskıya dayalı bir masaj mı bilmiyorum ama o küçük adam öyle sert bastırdı ki bacaklarımda ve karnımda belli noktalara, inleyip ağlayacak gibi oldum. Çıktıktan sonra anladım ki diğer arkadaşlar da benzer şeyler yaşamış ve rahatlatıcı bulmamışlar. Biz de başka bir yerde masaj yaptırmak için dolandık. Balıklarla terapi gibi şeyler de vardı. Ayaklarını akvaryuma sokuyorsun, balıklar ölü deriyi üstten tırtıklıyor. Bana çok hoş gelmedi. Masaj için daha salaş gündelik bir yer bulduk. Yattığımız yerler duş perdesi gibi perdelerle yarıya kadar açıktı. Taylar masaj yaparken bir yandan da sohbet ediyorlardı. Yine açma, germe ve bastırmaya dayalı bir masajdı ama diğeri gibi acı verici bir masaj değildi.
Akşam saatlerinde eğlence mekânlarının yan yana dizildiği sokağa gittik. Sokağın tavanı bir su tesisatı ile çevrilmişti. Gece yarısından sonra eğer parti zamanlarında burayı açıp yağmur yağdırıyorlarmış. Bu kalabalık mekânlardan sonra gece pazarlarında biraz daha tur atıp dönüş yaptık. Dolu dolu olan Tayland gezimiz de bu şekilde sonlandı.